Uzun yıllar önce eski devirlerde yaşlı bir bilge adam ve talebesinin
arasında geçtiği söylenir bu hikâyenin...Bir gün bilge olmaya karar veren
gencin biri,kendisine yardım edebilecek bir bilge aramaya koyulur.Ve nihayet
bir gün aradığı bilge adamı uzun bir yolculuktan sonra bulmuştur genç
adam.Hemen bilge adamın yanına varıp nasıl bilge biri olabileceğini sorar bilge
adama. Bilge adam herhangi bir cevap vermez genç adama. Bu durum üç gün boyunca
tekrar eder.
Genç adam,bilgenin kendisine yardımcı olamayacağını düşünürken bilge
adam,gencin kendisini takip etmesini ister,genç heyecanla onu izlemeye
koyulur,nihayet masmavi kesilen deniz kıyısına kadar yürürler.
Bilge adam sahilden denize doğru ilerler suları yara yara;genç ise bilgenin
ne yapmak istediğini anlayamamıştır ve şaşkındır fakat onu takip etmesi
gerektiğini düşünür ve onu takip eder.Su seviyesi bedenlerinin yarısını içine
almıştır artık.Bilge adamın,”genç adam yanıma yaklaş” der gibi bakışlarını
görünce daha bir hızlanıp sevinç ve saygıyla ve biraz da şaşkınlıkla bilgenin
yanına yaklaşır, tam ağzını açacakken yaşlı bilge adam çevik bir hareketle onu
ensesinden yakalayarak kavrar ve başını suya batırır.Sersemleyen genç adam bir
an debelenir, sonra da rahatlayarak: ‘ Benim ne istediğimi anladı. ’ diye
düşünür. “Bu da bir arındırma ritüeli olmalı...”
Fakat ensesindeki yaşlı el, bir saniye bile yumuşamadan onu suyun altında
tutmaya devam eder. Ciğerlerindeki son havanın tükenmeye başladığını hisseden
adam, birden paniğe kapılır. Korku ve şaşkınlıkla: “ Bu bir bilge
değil, zır delinin teki ! ”der ve başlar çırpınmaya. Ama ensesindeki
pençeden kurtulamaz. Nefesi, direnciyle birlikte yok olurken durgunlaşır.
Durgunlaştığı anda üstat onu sudan çıkarır, biraz soluklandıktan sonra, bilgeye
kızmak ister, kıpkırmızı kesilen başını kaldıracakken bilge adam tekrar onu
denizin tuzlu suyunun içine batırır. Genç adam nefesinin tükendiğini ve tehlike
çanlarının çaldığını anlatmak ister gibi suyun altında can havliyle çırpınıp
durur.Nihayet yorgun düşen bedeni yavaşlamaya başlamışken,bilge adam onu suyun
altından çekti ve soluklanmasına izin verdi.
Genç adam çok kızmıştır. Bu yaptığına bir anlam verememiş ama meraklı
bakışlarını bilge adama yönlendirir, gözleri kan çanağı olmuştur. Bilge adam
müstehzi bir gülümsemeyle gence bakar ve ona : “Suyun altında kaldığın
müddet içerisinde en çok istediğin şey neydi? ” sorusunu sorar. Zar
zor kendine gelmeye çalışan genç adam: “ nefes almaktan başka bir şey
düşünmedim ” cevabını verir. Bunun üzerine bilge,manalı bir gülümsemeyle
şöyle der: “işte genç adam ! bilge olmak istiyorsan, suyun altındayken hava
almaya duyduğun istek gibi, bilge olmayı istemelisin ” der.Hepimiz bu
hikayeden kendimize göre kıssadan bir hisse almışızıdır . Bu hikayede hangi işe
başlanırsa başlansın önce ne istediğini iyice bilmek ve buna göre bir atılım
yapmak olmalıdır. Aksi halde, birey başladığı noktaya gerisin geriye dönüş
yapmak zorunda kalır.
Ne istediğini bilen toplumlar okuyan anlayan düşünen toplumlar olmuştur.
Bugün batı toplumu bunu başarmış olduğundan bugünkü konumuna sahip
olmuştur;bilgiye ulaşmış,onu işlemiş ve kendisinden bir şeyler katmıştır ve onu
pazarlayabilmiştir.Öyle bir noktaya geldik ki,kendi tarihimizi onların
kalemlerinden öğrendik,onları rol model almaya başladık,kendimizi geçmişimizi
unuttuk.Öyle ki Batı şarkiyatçı entelektüeller yetiştirip İslam tarihimizi
yeniden ve kendi bakış açılarından bizlere öğrettiler.Ne kadar ilginç değil mi?
Okumazsak anlamazsak öğrenmezsek; bize okuturlar anlatırlar öğretirler…Ama
kendi okuduklarını kendi anladıklarını ve öğrendiklerini…Bunun için İslam
dünyası içerisinde bu tür şarkiyatçılarla fikir birliği olan veya paralel bir
düşünce sistematiğine sahip enteleküellerimiz (! )de vardır.Bunun için örnek
vermeye ihtiyaç da yok sanırım.Özellikle bu konudaki çalışmalarını takdirle ve
hayranlıkla takip ettiğim bir düşünürün ismini vermeden ve düşüncesine de yer
vermeden geçemeyecem.( Aydın insanlar bağrından çıktığı toplumun
kimliğidir,onlarda toplumlarının karakteristik özelliklerini okuyabilmek hiç de
zor olmasa gerek.Bundan dolayı onların yol gösterici ışıklarından istifade
etmek gerektiğine inanırım.. Bunu yaparken sorgulayıcı bir yaklaşım sergilemek
gerekir-.istifade edilen her kim olursa olsun-Kuran ve Sünnet çizgisinin dışına
da çıkmamak çok büyük bir ehemmiyet taşımaktadır.)
Seyyid Hüseyin Nasr şunu belirtiyor
: “Bilinçli bir Müslüman aydın olmanın hem kendi geleneğinin dünyasına
hemde modern dünyanın mahiyetine vakıf olmakla mümkün olacağını söyleyen Nasr ;Batı
İslam’ı kendi bakış açılarına göre inceleyen pek çok şarkiyatçı
yetiştirmiştir,fakat İslam dünyası; biliminden sanatına dininden toplumsal
hareketlerine kadar,batı uygarlığının değişik yönlerini İslami bakış açısıyla
inceleyebilecek evsafta çok az garbiyatçı çıkarmıştır”. demektedir. Bu
düşüncesi gerçekten vurucu ve yerinde bir tespit.
Çok hızlı değişen dünyada, değişen dinamikleri iyi okumak,ve buna göre yeni
çözümler ortaya koymak bizler için olmazsa olmazlardandır.İslam dünyasının
durumu,ortadadır.Geçmişte yaşadığımız olumsuz örnekler çoktur,fakat yazıya
sığmayacağından dolayı burada zikredemeyeceğim.Evet neredeyse bütün
sosyal ekonomik,kültürel ve diğer faaliyet alanlarının islama ve onun temel
prensiplerine aykırı olduğu bir çağda yaşıyoruz.Toplumsal hayatın temel taşlarının islam yok
sayılarak döşendiği bu dünyada “Genç Müslüman” ne yapacaktır. Elbetteki modern
dünyayı yok sayıp kendi izole hayatını yaşamayacak, batıya ve onun eseri olan
modern dünyaya gür kuvvetini imanından ve geleneğinden alan bir sesle yanıt
verecektir.
Bu da ne istediğini bilen ve ona göre davranışlarını düzenleyen dinamik
gençlerimizin yetiştirilmesinden geçmekte. Bu konuda Akademisyenlere
öğretmenler ve toplumun diğer dinamiklerine büyük görev düşmektedir.Müslüman
gençlerin hem İslam geneleğine hem modern Batıya vakıf olmalarını temin
edebilecek “entelektüel haritalara” ihtiyacımız var.Okuyan düşünen
anlayan basiretli birer birey olmamız temennisi ile...
kalemninize sağlık